Edebiyat Dergisi
Yayınları
7367. Gösterim
Milli Gazete, 12 Nisan 1974
1972 yılında yayın hayatına kitap neşrini de katarak çalışmalarına hız veren “Edebiyat” dergisi ilk kez Nuri Pakdil’in “Batı Notları” adlı gezi-izlenimini kitaplaştırmıştı.
Batı Notları ve xBiat (Deneme) dan sonra Pakdil’in üçüncü eseriyle karşılaşıyoruz... Umut... iyi bir isim. Ye’sin karşısında muazzam bir set. Son zamanlarda yazar ve düşünürlerimiz nedense bu kelime etrafında toplanma lüzumunu hissettiler. Hep umutlu insanların oluşturduğu bir toplumumuz var belki de. Umutlar uzadıkça uzuyor. Çoğalıyor. Umut bir filmle yerleşiyor dimağlara. Ardından Umut Çeşmesi (M.N.S.), Umut Suları (M.M.), Umut Sokağı (Y.Ö.) ve nihayet UMUT... Atilla İlhan’nın türkçesiyle piyasaya sürülen Andre Malraux’un eseri de aynı ismi taşıyor: UMUT...
Değişik bir oyun karakteriyle kaşımıza çıkıyor bu kez: Umut. Birinci bölüm cinlerin insanları şaşırttığı bir dönemde, sapık bir kentte başlıyor. İnsanı avlamak üzere pusuda yatan bir kette... İkinci bölümde, dayanıklı koyunsuz çoban tablosuyla perde açılıyor.
İlk bakışta eser oynanmak umudundan uzak bir düşüncenin mahsûlü olduğu göze çarpıyorsa da; bu tez eser ilerledikçe hafifleşiyor. Geniş imkanların varlığıyla eser rahatlıkla oynanılabilir. Fakat şu var ki, oyun bir kuşak sonraki toplumumuzun anlayabileceği bir eser durumunda. Bu dönemde tiyatronun en kesif olduğu bir seyirci kitlesinin önüne dahi serilse ancak eserin anlatmak istediğinin onda biri su yüzüne çıkar. Çünkü anlatılmak istenenler çok ve de yüklü... Efektinin tahminlerden fazla oluşu, anlatılmak istenenlerin fazlalığından ileri geliyor. Tiyatroda temsilindense, bir film kamerasına sığdırılsa eserin daha da açık bir duruma getirileceği şüphesiz. Ama gene de en doğrusu, bu eseri tiyatro sahnesinden film çalışmalarının yardımıyla seyirciye sunmak olacaktır.
Eserler vücuda getirildiği zaman yalnız kendi devri için geçerli olmamalı, her devirde varlığını kabul ettirebilmelidir. Bu anlayış içinde eserler verilir. Bu anlayışı güderken, kendi devri için geçerli olabilme özelliğini de yitirmemeli. İşte Umut bu özellikten mahrum... Bu kuşaktan (sahne eseri hüviyetiyle) istenilen anlayışa kavuşamayacağı kanaatindeyiz. Toplumun seviyesine inmemek, ancak toplumu istenen seviyeye ulaştırmayı istemek yerinde bir tutumsa da toplumdan kopmak, O’nu bir takım zorlayıcı güçlerle yükseltmeye çalışmak da, o derece yersizdir.
Eserin başlangıcından bitimine kadar, rejisöre hiç bir özgürlük tanınmamış. Lüzumundan fazla, gereksiz hareket belirtileri göze çarpıyor. Bir bakıma sahneye koyucunun buluşları kısıtlanmak isteniyor her konuşma kelimesinin ardına bir hareket kelimesinin belirlenmesiyle. Bunlar tam anlamıyla tatbik edilmeye kalkışılsa, seyirciye ancak temsil anında uyumak düşecektir. Ayrıca eserin bir çok bölümlerinde tasvirlerle karşılaşıyoruz. Örneğin: 112 sayfadaki, “Aya saygısını sunmakta geç kalmışçasına iki jetin hiddetle yükseldiği duyulur.” cümlesi esere bir roman havası katıyor.
Şahıs kalabalığına ihtiyaç duyulmadan yazılan eserlerin finalleri oldukça ilginç. Neticeler yerinde ve de mükemmel... Tablo sonlarını bekleyebilen seyirciye, finaller etkili bir güç olabilir. İkinci bölümün, üçüncü tablosundaki sonuç ; finallerin güçlülüğüne bir örnek gösterilebilir.
Eserde işçilerin anlamlı konuşmaları dikkati çekiyor. İşçiler bu denli anlamlı ve felsefî konuşturulmamalıydı.. İşçilerin kendi lisanlarıyla konuşturulması yerine okur çevrenin lisanıyla karşımıza çıkarılması eserin etki gücünü azaltıyor. Seslendirmenin tamamının müzikal bir ritim içinde verilmesinde amaç ne olabilir?.. Belki ahengi sağlamak. Sürekli müzikal ahengi ne derece sağlayabilir?..
xUMUT’un başarı çizgisi yüksek. Okuyucuyu tatmin etmesini biliyor. “Sahne eserini okuyucu değil, seyirci muhakeme eder” prensibinin ışığı altında xUMUT’tan umut bekleyecektir. Bu O’nun hakkıdır da...
UMUT; büyük bir eser... Seyirciye dönükleştirilirse daha da...
![]() |
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |