Edebiyat Dergisi
Yayınları
9854. Gösterim
Yeni Devir Gazetesi, 7 Mayıs 1977
Çağın inkâr bataklığı içinde geziniyoruz. Biz batmıyorsak da etkileniyoruz hiç şüphesiz bu inkâr bataklığından. Çünkü direncimizi aşan sayısız kurum var bataklık için sıvı üretkenliğinde bulunan. Batmıyorsak içimizin sesini dinlediğimizdendir zaman zaman. Yeterince dinleyebilsek, direncimiz aşacaktır kurumların gücünü, onaracaktır üretilen yıkımı.
Nuri Pakdil son çıkan, “Biat II” adlı kitabının 89. sayfasındaki “Kentin Hırsızları” denemesinde “Düş gördüğünü söyleyen arkadaşa rastlamıyorum. Durmadan soralım birbirimize; ne zamandır düşsüzüz? Düşsüz bir toplumun sonu geldi sayılır” diyor. Ürperdim bu tümceleri okuyunca. Geceler kapkara bir boşluk olarak gerildi gözlerime. “Düş görmeye çalışın buna zorlayın kendinizi. Olasıdır düş görmeniz. Olmazsa bir şeyi düşleyin. Olanaksız diyebilir misiniz buna?” diye sürdürüyor sonra yazısını Nuri Pakdil.
İçinde yaşadığımız çağda düşlemeden edebilir mi insan? Edebiliyorsa bir anlamı kalır mı insanın? Her insan sormalı bunu kendine. Edebiliyorsa, gözleri görmüyor, kulakları işitmiyordur. Koku alma duyusunu yitirmiş demektir. Burnu kan kokusunu duymayan insan, evet yitirmiştir koku alma duyusunu. Sokaklarda yürürken bir kan yalağına basabiliriz. Gökyüzüne kanla 20. Yüzyıl yazılsa yeridir.
Nuri Pakdil’in sözünü ettiği kentin ırmağı yoksa da kan akabilir bir gün bu kentin, kentlerin ortasından ırmak yerine. Böyle bir ortamda yaşıyoruz. Buna rağmen düşsüz insan, düşleme ihtiyacı duymadan da yaşayabileceğini savunuyorsa sorsun kendi kendine niye yaşıyorum bu dünyada diye.
Bir de şunu düşünüyorum; düşler günlük yaşantılarımızda düşlediğimiz şeylerin uykularımıza akışı değil mi? Neden öyleyse bu boşluklu yaşamak? Yoksa hiç bir şey düşünmüyor muyuz. Ürkünç…
Kısır bir döngüye itiyor çağ insanı. Düş kıtlığı da bundan. Gri bir gökyüzü abanıyor kentin üstüne. Göklere uzanan beton yığınları insanların yıkılan iç dünyalarını belgeliyor sanki. Gürültü akıyor caddelerden. Tekdüze bir yaşantı ve insanların mekanik gelgitleri kentlerin ortak özellikleri bunlar Nuri Pakdil yine aynı denemesinde “doğada yeşil kalmayıncaya değin çimentoya bulayacağız galiba toprağı. İnsanın doğayı bu denli sıkıştırmasına sürekli ağıt söylemeliyiz değil mi?” diyor. Neden ağıt söylemeliyiz? Çünkü insan doğadan koptukça, bunalıyor, kentlerin karmaşası içinde ve kopuyor değer yargılarından. Her insan zaman zaman duyar; kentlerden kaçıp, kırlara ormanlara, şırıl şırıl akan derelere sığınmak ister. Nedir bu kaçış özlemi? İnsanlardaki doğallık özleminin bir anda belirmesidir. Nedir, kentler bu özlemi de yutuyor çoğu kez. Ve insan, inkâr bataklığına saplanıyor böylece düşleri kuruyor. İçinden gelen sese kulak vermiyor, onu kavramaya çalışmıyor çünkü. Çünkü insan, asıl direnci, ancak içinde kurabilir.
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |