Edebiyat Dergisi
Yayınları
15175. Gösterim
Ortadoğu Gazetesi, 30 Ekim 1975
“Yeni bir okuyucunun oluşmasını istiyoruz. Çünkü hazır (mevcut) okuyucu kolaya kaçmayı yeğleyen okuyucu izlenimini bıraktı bizde.”
Yukarıdaki iki cümle 1 Nisan 1973’te dördüncü dönem neşriyatına başlayan Edebiyat dergisinin anons yazısından alınmadır.
Yeni çıkmaya başlayan bir edebiyat degisi olarak karşılaşacağı engelleri önceden gören, ona göre ihtiyatlı bir çıkışla karşı karşıyayız. Edebiyatçılar peşinen şunu kabul etmektedirler ki mevcut okuyucu bir noktada meselesizdir. Daha doğrusu meselelerden uzaktır. Okumaz veya okusa da kolaya kaçar. Bu hüküm son derece cesaretli bir çıkıştır. Edebiyat Dergisi ekolü bu derece kesin bir hükümle sıfırdan başladığını ilân etmek istemektedir. Gerçekten edebiyat ve sanata karşı büyük bir ilgisizliğin meselenin önemini kavrayamamaktan ileri gelen, temeli cahilliğimize kadar varan bir ilgisizliğin içindeyiz. Kendi cephemizde sanat ve edebiyat çalışmaları hemen hemen yok gibidir. Kitap okuyucumuzun; günümüzün ideolojik problemlerine ilgi duyan, az çok okuyan aydınlarımızın nazarında edebiyat her türlü koluyla bir lükstür. Zevk işidir. Problemlerini çözmüş bir toplumun işidir. Ne kadar acınacak bir iftira ki, durumu vahimleştirmesi biraz da kuruntulu, küçümseyen bir eda ile söylenmesinden ileri geliyor.
Yeni bir Deneme : Edebiyat
Edebiyat çıkışını yaparken ne derece büyük bir riski, vebali sırtlandığının da mutlaka farkında. Derginin dördüncü dönem neşriyatının başladığına işaret etmiştik. Demek ki, Edebiyat bundan önce üç kere daha devamlı çıkma azmiyle ortaya atılmış fakat her çıkış bir kısa mesafede noktalanmış. Bir hız kesikliği dergiyi omuzlayan ekipten mi ileri gelmektedir? Buna ihtimal vermek çok güç. Zira bu nokta kabul edilse dergi, her yeni çıkışta aynı azim ve niyetle kendisini ortaya sermezdi. Bu kesikliğin sebepleri büyüktür ve dergi ekibinin yazısının başında cesaretle ileri sürdüğü okuyucudan şikâyettir. Derginin her yeni dönemi aynı noktayı hedef almakta, onu zorlamakta ve sarsmaya çalışmaktadır.
Edebiyat Dergisi 1969’larda çıkmaya başladı Nuri Pakdil. M. Akif İnan, Rasim Özdenören ve Erdem Bayazıt’ın gayretleriyle yayınına başlayan Edebiyat Dergisi maddî külfetleriyle birlikte ekibinin sırtlarında. İlk teşebbüs sonu karanlık bir atılım. Hiç olmayan veya yavanlaşmış bir edebiyat ortamında boşluğa bir haykırış sanki. Cesaretli, emin, güvenli bir çıkış. Fakat Akif’in mısralarında ifadesini bulan bir gariplikle karşı karşıyayız: “Kendi feryadımdır ancak ses veren feryadıma.”
Haklı bir inanç, kendinden emin bir çıkış mutlaka netice alıcıdır. Bizi bütün bu menfi durumlara rağmen ümitli kılan ipuçları belirmeye başlamıştır.
Edebiyat Dergisi çalışmaları genellikle şiir, deneme, eleştiri, hikâye ve bu türlerin yabancı dillerden tercümelerine hasredilmiştir.
Dergi düşünce olarak yerli düşüncenin savunucusudur. Ondan gelişen veya geliştirilmeye çalışılan yerli bir sanatı yaratmaya çalışmaktadır. Bu yerli sanat, tarihî kökleri olan, tarihle bağlantısını kesmeyen, onu yeniden yorumlayan bir sanat akımıdır. Fakat eski divan, tasavvuf veya halk edebiyatımızı kopyaya kalkmayan onlardan esinlenen, onları çağımıza yaşayabilecek kısımlarıyla değerlendiren ve kullanan bir sanat akımı. Aynı zamanda gününden, günün şartlarından ayağını kesmeyen onu dinamik bir düşünceyle yorumlayan, kendimize, kendi sanatımıza onur kazandıran,kendimize güven veren bir sanat akımı. En kısa ifdesiyle veya geçerli adıyla Yerli Sanat Akımı.
Nuri Pakdil ve arkdaşlarını Edebiyat Dergisi etrafında toplayan, onları cesaretli bir çıkışa iten düşünce ilk önce hangisinde doğmuştur, hangisi diğerlerini etkilemiştir bilmiyorum. Veya ortak noktalarından hareketle ortak bir ifade bütünlüğüne mi ulaşmışlardır, onu da bilmiyorum. Gerçek olan şudur ki, her biri birbirinin sırtına dayanmış bir vaziyette kendilerinden güç alan aralarında dayanışmayı sağlamış bir grup olarak ortadadırlar. Çokları bilmese de, bilmezlikten gelse de, vardırlar ve kuvvetlidirler.
Çağdaş Akımlarla Adım Adım
Bu kuvvet çeşitli noktalardan gelmektedir.
Önce sağlam bir iman adamıdırlar. Türkiye’nin ve onun da içinde bulunduğu dünyanın problemlerine vakıftırlar. Denilebilir ki, buna vakıf olmayan kimdir? Elbette herkes vakıftır fakat bir vukuf kademeleştirecek olursa herkeste bir seviye farklılığının bulunduğu anlaşılacaktır.
Bir defa çağımızın felsefi akımlarıyla yakından ilgilidirler. Batıyı ve batının buhranını en iyi takip eden, onu doğruya en yakın teşhislerle yorumlayan Arnold Toynbi, Ionesco, Saint Exuperi, William Faulkner gibi sanatçı filozofları yakından takip etmekteler. Batıyı kendi değerleri içindeki çıkmazlarıyla karanlık bir gelecek beklediğini, insan buhranının kendi değerlerinden doğduğu inandırıcı bir üslûpla veren bir sanatçı filozofların verilerinden istifade ile, kendi insanımızın da aynı karanlık noktalara düşmemesi için gayret sarfetmektedirler. Yüzyılımızın düşünce akımlarıyla başbaşadırlar. Çağa, çağın insanına çağın insanının problemine vakıfdırlar. Bu ortam içinde gerilerde kalan bir edebi akımın kompleksli özenticilerle değil, günümüzün üslûbuyla bir sanat geliştirmeye çalışanlarla karşı karşıyayız.
Ne var ki günümüzde bunca problemler içinde, iğrenç bir demokrasi curcunasının keşmekeşi içinde dikkatler dedikoduya, kısır çekişmelere yöneltildikçe aydınımızın malûm vaziyeti doğru yola nasıl kanalize edilecektir? Kolay mı bu?
Maupassant Hikayeciliğinden bunalımcılığa
Edebiyat Dergisinde hikâyeleri neşredilen Rasim Özdenören, İsmail Kıllıoğlu, Cahit Zarifoğlu, İsmail Maraşlıoğlu vs. bu cephe edebiyatına yeni bir hikâyecilik getirmişlerdir. Bu hikaye Ömer Seyfettin hikâyasi değildir, Reşat Nuri hikâyesi değildir, Refik Halid hikâyesi değildir, Memduh Şevket hikâyesi hiç değildir. Ömer Seyfettin kendi devri ve sanatına uygun ve son derece başarılı bir hikâyecilik ortaya koymakla beraber, elli yıldır okuna okuna bu hikâyelerin yapısına uymayan bir hikâyeciliği havsalamız dahi almaz oldu. Hikâyenin değişmez, eskimez ve sürekli bir ölçüsü var zannettik neredeyse. Bu yeni hikâyeyi okuyanlar, zevkleri ilkokul çocuğunun seviyesini aşmamışlar elbette afallayacaklar, bu da ne biçim hikâye diyecekler, şaşıracaklar. Şaşkınlıklarını”Garip, manasız, böyle de hikâye mi olur, veya nerede eski hikâyeciler vs. sözleriyle tamir edecekler. Kendilerini temize çıkarmaya kalkacaklar. Halbuki bu sözler bir safı ortaya seren ifadelerden öteye gitmeyecektir. Bu okuyucu, bu yeni hikâyenin önce muhtevasına yabancı. Halbuki bu muhtevada mutlaka kendisi vardır. İkincisi bu okuyucu, bu hikâyenin üslûbuna da yabancıdır. Onun anlayabildiği üslûp gazete üslûbudur. Çıplak, yorum ve düşünce gerektirmeyen basit bir argodur. Bu tip bir üslûbunsa insanı yükselttiği görülmemiştir. Aydınımızın bu noktadaki vebali ise sağcı gazete patronlarının ve yazarlarının omuzlarındadır.
Şiir Anlayışımızdaki Sığlık ve Herşeyi İnkara Yeltenme
Edebiyat’ın şiiri de bir nisbette yadırganacaktır. Belki de anlamsız gibi bir yafta ile garipsenecektir. Tabii ki, bu anlamsızlık iddiası da aslında aynen hikâyelerde olduğu gibi muhtevanın verilişine olan yabancılıktan ileri gelmektedir. Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Necip Fazıl’a kadar şiiri takip edebilmiş olan çevre bu şiire de elbette yabancı kalacaktır. Bunların tanınmasının da lâyıkıyla olduğundan şüpheliyiz. Zira, Yahya Kemal ve Akif lise edebiyat kitaplarının müssade ettiği nisbette, Necip Fazıl ise yazarlığı, Anadolu konferansları ve Büyük Doğu mücadeleleriyle tanınmışlardır.
Edebiyat Dergisinin şiirini Erdem Bayazıt, Akif İnan, Osman Sarı, Cahit Zarifoğlu, EbuBekir Sonumut vs. gibi şairler temsil etmektedirler. Edebiyat’ın şiirini günümüz okuyucusu elbette kırk elli yıl evvelki şiir telâkkileriyle değerlendirmeye kalkarsa bir şey bulamayacaktır. Bu okuyucu, Yunus veya Karacaoğlan edalı, kulağa dan, dan vuran kafiye yüklü şiir istemektedir. Yahut da konferans ve mitinglerde kitleyi coşturmaya yarayan şiire yatkındır.
Aslında yeni şiir insanın kükreyişine değil, düşüncesine yönelmiştir. İnce bir düşünceye zekâ ile beraber insanın hassasiyetine dönüktür. Kafa yormayan, düşünce tembeli, çağrışım yoksunu bir okuyucuya bu şiir bir şey söylemez, bu şiir yabancıdır onlara.
Şimdi şu noktaya dönebiliriz artık.
Acaba Edebiyatçılar kendi kendilerini bir kritiğe tabi tutmuşlar mıdır? Bu hususta neler söylemekte, aldıkları mesafeyi nasıl değerlendirmektedirler?
“Çok az kişi için yazıyoruz. Çok az kişiye ulaşıyor sesimiz. Çağa, topluma aykırı bir yol mu tutturmuşuz kavgamızda? Yoksa o, alıcısı çok az olan, böyle olduğu halde gerçek değeri aşağı düşmeyen bir fildişi kule sanatı mı üretiyoruz? Sanmıyorum böyle olduğunu?”
Böyle olduğu halde Akif İnan, Dönüşüm başlığı altındaki yazısında yerli düşünceyi işlerken kullandıkları araçlardan (dil, cümle, üslûp vs.) ileri geldiğini, buna rağmen M. Akif ve Necip Fazıl çizgisinde bir edebiyat anlayışının da artık yürümeyeceğini belirtmektedir. Kültürsüzlükten ülküsüzlükten “aklının ermediğine yanlış gözüyle bakmaktan” şikâyet etmektedir.
Edebiyat Dergisinin üslûbu üzerinde biraz duralım. Bu üslûbun özelliği kısmen öztürkçecilik, çağrışım zenginliği veya soyutlamaya dayanan bir üslûbtur. Biz bunlara yanlıştır, doğrudur gibi indi bir hüküm vermek durumunda değiliz. Yalnız yeni kelimeleri kullanırken, bunların uydurmaları ile doğrularına dikkat etmek dile saygının, dil sevgisinin bir gereği olmalıdır. Bunların artık nasıl olsa kullanıldığından hareket, peşinen kabul edilmiş bir yenilgi olmuyor mu? Edebiyatçıların ideolojik noktalardaki haklı dirençlerini yeni kelimelerin yanlış olanlarına karşı da bekleriz. Bunu hatırlatırken haklı olduğumuza inanıyor ve Edebiyat ekibinden anlayış bekliyoruz. Bu bahiste bazı açıklamalara gitmek istiyoruz, fakat yazıda çizgi dışına da taşmamak gerekecek. Yeri gelince devrik cümlelerle deneme ve eleştirilerin monotonluktan kurtulacağı görüşüne de katılıyoruz.
Bir Moda Kelime : Çağdaşlık
Edebiyat Dergisi kullandığı anlatıma, üslûba çağın üslûbu, adını vermektedir. Bu nokta peşinden haklı bir itirazı da sürükler sanıyoruz. Çağın üslûbu? Bu tabir garibimize gidiyor doğrusu. Çağı etkileyen bir düşünce veya edebiyat akımı olabilir. Bu düşüncenin verilişinde de bir yol olabilir ve bu yol tutunabilir de. Ama bu yolu da genelleştiren, yaygınlaştıran, kabul ettiren büyük düşünürler, büyük üslûb ustalarının varlığı kabul edilebilir. Bu ifade, her şeyde “çağın gereği” gibi insan iradesini, insan şahsiyetini ezen, onu tek düzeliğe iten bir çıkmaza itebilir. Ayrıca üslûp şahsidir. Ve gene ayrıca çağın anlatımına uymak gerekiyorsa Albert Camus, Kafka devirlerini aştığımızı, makinalaşmanın bu üslûbu çoktan eskittiğini söyleyebiliriz. Ve gene ayrıca televizyon, sinema gibi göze hitab eden sanatların sitili, sanat dergilerini de etkileyerek mizampajda insana “sev beni” dadirten bir gelişmeye, resimlemeye yönelttiğini nasıl unuturuz? Edebiyatın çağın bu gereklerini de göz önünde tutarak daha cazip gelecek sayfa düzenlemelerine gitmesini, desen ve fotoğraflardan faydalanmasını, göze hitab eden sanatlara ağırlık vermesini bekleriz.
Yirmi otuz yıldır kendi cephemizde sanat ve edebiyat sahalarında eser yokluğundan yakınanların bulunduğu da malûmdur. Zamanla bu yokluk, ilgisizliğe ve oradan hiçimsemeye doğru menfi yolda bir gelişme göstermiştir. Bu boşluğu takdir eden Edebiyatçılar kitap neşriyatına önem vermişlerdir. 1972 -1974 arasında on iki kitap neşretmek, vaziyetin kısırlığı göz önüne alınırsa aslında büyük bir başarıdır. Erdem Bayazıt’ın Sebep Ey’i, Cahit Zarifoğlu’nun Yedi Güzel Adam’ı, Akif İnan’ın Hicret’i, şiir dalında neşredilmiş eserlerdir. Ve hepsi üzerinde özenle durulmak gereken eserlerdir.
Rasim Özdenören’in Çözülme ve Çok Sesli Bir Ölüm’ü, İsmail Kıllıoğlu’nun Ateş Yalımı Üstünde Bir Toplantı’sı hikâye kitapları arasında zikredilebilir. Bu hikâyeler yeni hikâyecilik anlayışına uygun bir çizgi üzerindedirler.
Nuri Pakdil’in Batı Notları, xBiat’ı, Umut’u (piyes). Akif İnan’ın Edebiyat ve Medeniyet Üzerine eserleri dikkatle okunacak, özel yorumlar gerektirecek eserlerdir.
Edebiyat Dergisinin bu döneminin devamlı olacağını ümit ediyor, herşeye rağmen edebiyat ve sanata karşı ince bir ilginin belirdiğini halka halka sanat çevrelerinin meydana geldiğini, bu sebeple bir boşluğa haykırış içinde olmadıklarını söylemek istiyoruz.
EDY © 2002 - 2016 | Hata Bildirin | Yasal Uyarılar | eMail Kayıt | Mobil Cihazda Aç | +90 532 291 7896 |